ÇAKRALAR
KÖK
ŞAKRA (MULADHARA)
Sanskritçe adı "Muladhara" olan bu
ilk güç merkezimizin bulunduğu yer, insanın kuyruk sokumu veya cinsel organı
hizasıdır. Kırmızı renkli bu enerji merkezi, hayat enerjisinin temininden,
hayatta kalma dürtülerinden ve hayatın devamım sağlayan üreme yani cinsel
dürtülerden sorumludur. Canlı olmak onun sayesinde mümkündür.
İlk şakra olan Muladhara şakra, hayatın ve
tekamülün yakıtı olan "hayat enerjisinin" bedene çekilip alındığı
mıknatıs merkezidir. Bu şakra bir ağacın kökü durumundadır ve kök sağlıklı
olmadığı sürece ağacın gelişmesi nasıl beklenemezse, ancak kök şakranın
sağlıklı olmasıyla ruhsal gelişim mümkündür. Bu merkez, irtibatta olduğu ilahi
gücü cezbeder ve aynen bir mıknatıs gibi çalışır. Ancak şakranın çekim gücünü
ve sağlığını olumsuz yönde etkileyen faktör bulunduğu bölgedeki, şehvetin, yol
açtığı fazla harcamalardır. Tekamülün yakıtı olan "hayat enerjisi"
bu yolla israf edilebildiği için, bütün ruhsal disiplinler ve dinler aşırı
şehveti dizginleme gayreti içine girmişlerdir. Anlatımları "günah"
tarzındadır. ancak zaten tekamüle engel olan her şey günah sıfatı altında
toplanabilir.
Güçlü bir kök şakra, tekamül için çok önemlidir
ve insanın hayatta kalmasıyla ilgili yönetici merkez olduğundan dolayı; mesela
acıkma duygusunu, susama duygusunu verir. Nefes alma refleksini yönetir. Tehlikeli
yerlerde korkuyu, emniyette olma arzusunu ve hayatın devamım sağlayan cinsel
arzuyu veren, bedenden ve hayattan sorumlu güç merkezidir.
Tüm mevcudiyetiyle bedensel ve yaşamsal
ihtiyaçlara ait olan bu merkezin aşırı tesirinden. daha yukarı seviyelere
yükselerek özgürleşememiş bir varlık, alabildiğine tüm dikkatiyle bedensel arzu
ve ihtiyaçlarına yönelik otomatik bir yaşam seviyesi sergiler.
Bu ilk şakranın baskın tesiri altındaki ilkel
realite, insanın, aşırı kendini koruma duygusu taşıdığı, kendini vücut
duygularıyla ifade ettiği ve vücut duygularıyla tatmin olduğu seviyedir.
Vücuda ve ego arzularına kilitlenmiş bir şuur ile damak lezzeti ve iştahın
çekimindedir. Daima tatmin için, an be an değişen şuur faaliyeti ile, bir
konuya devamlı konsantre olmayan kişilik sergiler. Mutluluğu: bedensel
tatminlerde, elde etmede, sahip olmada, 5 duyuya hitap eden eylemlerde arar.
Ona, vurdukırdılı ve kanlı, dehşet filmleri hitap eder. Yediği, tuttuğu,
aldığı, güç harcadığı, koştuğu, yakaladığı, alt ettiği ile keyiflenir. Kendini
bedeni sanır ve sadece görüp tuttuğuna inanır. Bedensel güce ve güzelliğe
hayrandır. "Rambo" türü tiplemeler gibi olabilmek onun rüyalarım
süsler. Tanrıyı, insan gibi çok güçlü bir varlık olarak hisseder; Tanrının
cezalandırmasından çekindiği için iyi olmaya gayret gösterir. Ceza ve korkutma
ile terbiye edilen realitedir. Birlik bilincinden çok uzak olduğu için
"ben ve diğerleri" tarzında devamlı "düalite"
yaşantısındadır. Herkes ona rakiptir. Kimseye güvenemez. "Babana bile güvenme"
felsefesini güder. Devamlı surette hayat garantisi ve güvence arayışı
içindedir. Mültimilyarder olsa da yine güvence ve üstünlük arayışı sona ermez.
Hırs, ihtiyaç, tatminsizlik, endişe, güvenmeyiş ve dolayısıyla mutsuzluk
realitesi ilk şakranın doğal halidir. Bu realitenin dinsel anlayışı Tanrıdan
korkma ve biçimsel din tarzındadır. Kurban, tören, vahşi danslar ve
şekilcilikte ifade bulur. Ancak 4. şakrada yaşanacak olan "sevgi"den
henüz çok uzaktadır. Kazancının ve çıkarının olduğu kimselere ihtiyacı olduğu
kişilere duyduğu çekilişi sevgi sanır, fakat menfaatine dokunanlara veya
ihtiyacını vermeyenlere tam bir düşman kesilir. Bedensel otomatizasyon
içindedir ve adeta ihtiyaç düğmelerine basılarak yönetilen bir robot varlıktır.
Tasavvufta bütün bu şakra basamaklarından
geçmekte olan ruh varlığa "nefsi natıka" adı verilir ve bu ilk basit
realitedeki durağın adı; "nefsi emmare"dir. Yani emreden nefs.
Tasavvufta kısaca şöyle tarif edilir: "Bedeni hazlara meyilli, lezzet ve
şehvet tutkunu hayvani nefs. Şahsiyet, bu emreden nefsin hükmü altındadır.
Arzu vasıflıdır."
Kur'anda, Yusuf Suresi (11.) ayet 53'de
"nefsi emmare"den bahsedilir.
Bu vasıflar bilinince, insanların hangi şakra
tesiri seviyesinde olduklarını fark etmek de kolay olacaktır ve şunu da belirtmede
yarar var ki; dünyada ilkel şakra insanları çoğunlukta bulunduğundan dolayı,
en çok insana hitap edebilme yarışı içindeki TV kanalları. bu sebepten dolayı
şiddeti, seksi ve çarpıcı heyecanı öne almaktadırlar.
Dünya
planetinin giderek bir dönüm noktasına yaklaşmakla olduğu şu kritik zaman diliminde insanın en
önemli ihtiyacı bilgelik yönündedir. Bu gelişim ona, olup bitenin farkında
olarak ayakta kalabilmek imkanını verecek olandır. Ve yegane ihtiyacımız; daha
yüksek vibrasyondur! Yüksek vibrasyon demek, yüksek realite, yüksek moral,
özgürlük duygusu, cesaret, mutluluk, sevgi, sağlık ve başarı demektir. Yüksek
gerçeklerin farkında olarak yaşanan, yüksek kaliteli bir yaşam demektir. Yüksek
vibrasyon; bilgelik demektir. Yüksek vibrasyonu yaşamak ise, yüksek şakraların
aktivasyonu, yani yukarıdaki şakraların realitesi ile ahenk içine girilmiş
yaşam demektir.
Daha önce genel olarak ele aldığımız ve sonra ilk şakranın
ayrıntılı incelenişini takip eden bu kısımda, ikinci şakranın görevini ve
onun ahengi içindeki insanın karakter yapısını inceleyerek başlayalım.
İKİNCİ ŞAKRA (SVADHİSTANA)
Leğen kemikleri hizasında ve göbeğin alt bölgesinde bulunan
turuncu ışıklı şakra, duygusal bedenimiz olan astral enerjilerin giriş
kapısıdır. İnsanın hissettiği tüm duygular, astral beden içerisinde yer alırlar
ve şakranın sağladığı enerji ile oluşurlar.
Arzu ve ümit şakrası olan Svadhistana, aynı zamanda duygu,
sanat ve yaratılıcılığın merkezidir. Duygusal ve fantazi hayallerin,
tahayyülün (imaginasyonun) merkezidir. İnsanda özlemlerin, heyecanların,
tutkuların (passions) rol oynadığı yaklaşık tüm davranış ve hareketleri ateşleyen
enerji merkezidir. Tutku yüklü eylemlerin ve aynı zamanda tahayyülün yakıtım
da bu astral enerji merkezi sağlar. İnsanın başkaları ile olan ilişkilerinde
sempati ve antipati duyguları açısından çok rol oynar. Özellikle karşı cins ile
olan ilişkilerde, cinsel heyecan ve tutkularda, haz ve zevk güdümlü
davranışların sevk merkezidir.
Üreme ve yaşamın devamından sorumlu kök şakranın cinsel
istek ve cinsel güç temininden sonra, cinselliğin tüm duygu, heyecan, zevk ve
tutkusu bu şakradan gelir. Dolayısıyla cinselliği hem birinci, hem de ikinci
şakra aktivitesi olarak düşünebiliriz.
Gelişmenin astral seviyesinde olan bir insanın vibrasyonları,
svadhistana şakrası ile uyum içerisine girerek yaşamında duygusal (sentimental)
karakter belirgin vasıf olarak öne çıkar. İkinci şakra, mutluluğun bulunmadığı
düşük seviyeli bir şakra olduğundan, bu şakraya yoğunlaşan seviyedeki insan,
şakrayı duygusal maceralarla buram buram yaşayarak tutku içerisinde fakat
tatminsiz bir ömür geçirir.
İkinci şakrada asıl motive edici güç ve heyecan
cinselliktir. Tüm diğer arzular bu merkezden şekillenirler. Bu şakranın
tesirindeki insanın, giyim, moda, cazibeli görünme ve güzellik arzuları da
aynı sebepledir. Mevki hırsı, yüksek sosyal konum arzuları, prestij, ilgi,
şöhret ve kendisine hayranlık duyulması tutkularının kökeninde hep cinsel
çekicilik ve cinsel arzuların tatmini yatar.
Toplumda, hakkında taşınan izlenim onun için çok önemli
olduğundan dolayı "...... desinler" diye olmadığı gibi görünmeye
özenir. Tersine, "ne derler!" diye; olduğundan başka türlü görünmeye
çalışır. Yani özgür davranamaz, davranışlarını toplum şuuru belirler.
Gurur, onur, onore edilmek, değerli bilinmek, itibar
görmek, gösterişli olmak, üstünlük, başarıldık bu şakranın en önemli
değerleridir. Yine bu şakranın; madalya, kupa, marka, isim, unvan, titr merakı
çok belirgin vasfıdır. Gururunu, okşayanları en yakını hisseder, gururunu hele
toplum içinde incitenleri düşmanı bilir, hatta öldürebilir. Bu şakranın
arzuları, ilk şakradaki gibi bedensel ve maddi değil psikolojiktir. Politik
başarılar ve mevki arzuları, sportif başarılar ve takımının kazanması arzusu
yani fanatizm, milletinin üstün olması, yani milliyetçilik ve ırkçılık duyguları
hep bu şakranın aşırı tesirindeki realitenin karakteristik vasıflarıdır.
Duygusal tutkularını ele geçirmede kendisine engel olarak
gördüğü kişilerden nefret eder ve yine bu hedefine yardımcı olanları da çok
sevdiğini zanneder. Ancak "gerçek sevgi"nin ne olduğunu hissetmekten
henüz çok uzaktır! O, daha sevgi zannettiği" zevk" arayışı içindedir.
Yaşamında ancak duygusal olarak çekildiği şeylerle ilgilenir, onları bilir,
fakat sevmediği, çekilmediği şeyler onun için adeta yoktur ve hiç ilgilenmez,
bilgilenmez. Önemli bir kararı bile duygusal sempati ve antipatiden
kaynaklanır. Kıskançlık ve tahammülsüzlük duygusal fırtınaları, bu şakranın
göstergeleridir.
Tanrı inancı ve dinsel realitesi; Tanrının uyruklarım
yerine getirerek O'nun kendisini sevdiğine inanma türündendir. O'nun rızasını
kazanmış, sevgili kulu olduğuna inanarak.başkalarının dinsel tutumlarını
eleştirir. " Tanrının onlarla olmadığı " yargılarından haz duyar!
Hele inançsız hissettiği kişilerden nefret eder, ancak kendi inancı henüz çok
ilkel ve geri realitededir. Dinsiz olarak yargıladığı kimseleri imha etmeye
kadar işi götürebilir. Engisizyon ve dinsel savaşlar hep bu realitenin
fanatizmi yüzündendir.
İkinci şakra; aşırı taraftar, aşırı milliyetçi, aşırı
dinci, fanatizm ve rekabet şakrasıdır. Amerikada zencibeyaz kavgasının baş
kaynağı bu şakradır. Zencilerden nefret ve köleleştirme gururu ise, bu şakranın
negatife yönelmiş tarafıdır. Politika, rekabet, yarışlar, trophyier, kumar hep
bu şakranın vibrasyonlarının tesiriyle ortaya çıkan, heyecan ve güç
arayışlarıdır.
Başkalarını hep eksik, yanlış, aşağı görme arzusundan
dolayı tasavvufta bu nefs seviyesiniz adı "Nefsi Levvame" yani levm
eden, kınayan nefstir. Kur'anda "Kıyame" (75)suresinin 2. ayetinde
zikredilir. İlk üç şakranın vibrasyonuna uyumlu realitelerdeki insanlar
otomizma içersinde bulunurlar. Yani onlar hadiselere değil, hadiseler onlara
hükmeder. Dış tesirlerin elinde birer oyuncaktırlar. Çevre içinde, çevre tesirlerinde
erimişler fakat kendilerim özgür sanmaktadırlar, içinde ve tesirinde oldukları
toplum realitesinin, iyi dediğine iyi, kötü dediğine kötü derler. Bilgelik,
huzur ve mutluluğun henüz çok uzak olduğu ve insanın "ego"su olan ilk
üç şakranın üçüncüsü ise "düşünsel" merkezimizdir.
ÜÇÜNCÜ ŞAKRA
(MANIPURA)
İçersinde tüm düşünsel faaliyetin cereyan ettiği enerji
beden yani "mental beden"in merkezi olan bu sarı ışıklı şakra,
bedende göbeğin üstündeki karın kısmında yer alır. Bu şakra; içinde insanın tüm
"entellektüel" aktivitesinin rol oynadığı, yani tüm akıl
işlemleriyle ilgili; düşünce, zeka, mantık, hafıza, dikkat gibi melekelerin
bulunduğu "mental" enerji bedeninin giriş kapısıdır.
Bu şakranın insana temin ettiği enerji, akıl melekesini
mümkün kılarak, düşünme yeteneği sağlar, bilgide yücelmeyi sağlar, bilimsel
gelişmenin kaynağıdır. İnsanlık bilimde, felsefede ve teknoloji alanında daima
üçüncü şakra enerjileriyle yücelmiştir.
Ancak yine dünyayı yaşanmaz hale getiren faktör, insanın
egosu doğrultusunda kullandığı zekası olmuştur. Ve entellektüel yüceliş insana
konfor getirmiş ama mutluluk getirememiştir. Egonun üçüncü ve son merkezi olan,
bu şakranın tesirleriyle uyumlu ve güdümlü yaşayan insan henüz huzur, ve
mutluluk merkezleri olan yüksek şakra tesirlerinden uzak bir yaşam realitesi
sürdürmektedir. Entellektüel şakranın tesirindekiler, arzularına ulaşmanın ve
diğer insanlar üzerinde üstünlük ve hakimiyet sağlamanın yolunu akıl ve bilgi
becerileri vasıtasıyla elde etmeye çalışırlar.
Tahsile, bilgi edinmeye, öğrenime ve bilimselliğe çok önem
vererek geliştirdikleri sistem ve düzenle hakimiyet kurmak, bu şakra insaninin
"gücü arayış" tarzıdır. Düşünce, zeka, mantıklı irdeleme gibi zihinsel
enerjinin toplumda üstünlük sağlayıcı bir güç olarak kullanımının getirdiği
imkanlar, gerçekten bu şakra insanını madde ve mevki başarılarına ulaştırır. Fakat
bu insan, iç dünyasında tedirgin, endişeli ve sıkıntılıdır. Akılcı olmanın
getirilerinin yanında, kuşku, güvensizlik ve her olayın kontrol altında tutulamayacağı
kaygılarının kişide yarattığı ruh hali; huzurlu, rahat, endişesiz ve özgür
olarak mutluluğu başarmış ileri şakraların insanı gibi olabilmeyi imkansız
kılar. Kısaca; akılcı ve mantıklı olmak her ne kadar toplumda en yüksek yere
oturtuluyorsa da yedi basamaklı yüceliş, bilgelik ve dolayısıyla, mutluluk
merdiveninde yeri üçüncü basamaktır. Sevginin katılımı bulunmaksızın mutluluk
mümkün değildir. Ama bu şakra daha henüz, sevgi zannettiği akılcı çıkar
yakınlaşmalarıyla, sevgi zannettiği haz ve sevinç duygularıyla mutlu ve huzurlu
olabilmekten çok uzaktır.
Üçüncü şakra insanı çokça zihinsel enerji tüketir,
işleriyle yatar işleriyle kalkar. Yatağında bile plan program ve düşünce
üretir. Mantıksız konuşmalara hiç tahammülü yoktur. Zeka ve bilgi yönünden
ileri derecede kendini beğenmişlik egosu içindedir. Herkesi, daha iyi düşünmeye
ve daha mantıklı olmaya davet eder. Mevki ve imkan sahibi olamamış insanları
aptallık ve zeka noksanlığıyla aşağılar.
Toplumda ve
toplantılarda sergilediği genel kültürü, bilgili ve zekice tavırlarıyla
keyiflenir, tatmin olur. Münakaşalara girmekten, bilgi ve zekasıyla
diğerlerini mat etmekten, onlara üstünlük sağlamaktan ve hayranlıklar
kazanmaktan çok zevk alır. Ancak insanlara akıl gücüyle üstünlük sağlamak
gayesiyle sevgisiz ve hasımane tavırlarla yaklaşımlarında diğer insanların
direncine ve karşı tavırlarına maruz kalır. Çünkü bu davranışı diğerlerini tehdit
etmektedir. Gerçek gönül dostlukları kurmayı beceremez. Dışta aranan güç,
kişinin içteki güçsüzlüğüne çare olamaz.
Birlik, huzur ve sükun duygusu yaratamaz. Tatminsizlik ve
akılcı tedirginlik şakrada tıkanınklıklara sebep olduğundan, şakra civarındaki
organlar tahrip olur. Mide problemleri ve ülser, üçüncü şakra insaninin en
belirgin hastalığıdır.
Entellektüellik şakrasının insanında Tanrı inancı, onun
aklına uygun olan bilgi alanı, teoriler ve mantıklı irdelemeler içersindedir.
Tanrıyı ve yaradılışı incelerken tüm düşünce ve felsefe tarihinin derinliklerindeki
kuramları inceler. Bu arada kainatı "manevi alem" olarak düşünür,
akılcı yaklaşımlarla Tanrıyı ve nizamı çözmeye çalışır. Ancak Tanrı bir teori
olmadığından, akılla kavranamayacağından ve O'nu ancak içte duygu ve coşku
olarak yaşamak, farketmek mümkün olduğundan, entellektüel teolog Tanrıyı
hiçbir zaman bulamayacaktır. Ve zaten üçüncü şakra insanı; dinsel anlatımlara
inanacak kadar kendini saf görmediğinden, ileri seviyeli inançlı insanların da
kafalarının çalışmadığına hükmederek giriştiği uzayı, doğayı bilmek ve Tanrıyı
yorumlamak çabalarında, genelde inkarcı ve inançsız haldedir. Ve bu
şakradakilerin yaşamlarında, sadece bu ümitsizlik bile mutsuzluğu ve
huzursuzluğu getirmeye yeterlidir. Tasavvufta; üçüncü mertebe olan bu nefsin
adı "Nefsi Mülhime" yani ilham veren nefstir. Aklın verdiği ilhamla,
şüpheci, inkarcı, dışa dönük kişiliğiyle hakikati dışta arama hatasına düşmüş
seviyeyi gösterir.
Şakraların insan egosunu tezahür ettiren bu ilk üç seviyesi
daima güç arayışlarıyla geçen, tatminin ve huzurun bulunmadığı mutsuz
realitelerdir. Mutluluk, dördüncü şakrayla başlayarak ve diğerleriyle giderek
artacaktır. Çünkü dördüncü şakra sevgi duygusunun yaşanmaya başlandığı şakradır
ve içinde sevginin bulunmadığı hiçbir tarif mutluluğun tarifi olamaz.
İlk üç şakranın
ayrıntılı anlatımından sonra diğer dört yüksek şakrayı kısa anlatımlarla ve
çok karakteristik vasıflarıyla tarif etmekle yetineceğiz. Sebebi de; ileride
her birinin tek bir konu olarak çok ayrıntılı ele alınacak olmasıdır. Ancak,
her birinin ayrıntılı olarak ele alınması ve bu yüksek şakraların hangi
realiteyi insana sunduğunun anlaşılabilmesi için, daha pek çok kavramların
üzerinde durmamız gerekecektir.
KALP (GÖNÜL)
ŞAKRASI (ANAHATA)
İnsanda göğüs kafesi içerisindeki ve kalp civarındaki
bölgede yer alan dördüncü şakra, insana sevgi enerjisini yaşatmak için vardır.
Sevgi ki, Tanrının yegane hissediliş duygusudur, hatta O'dur. Ancak, nasıl
sevgi? Bu şakra, kendi altındaki "sahip olma" şakralarının tesiriyle
başlayan ve insanı, sevdiğine sahip olma veya sahiplenerek sevme duygusundan
yola çıkarır. Özgür bırakarak seven, karşılık beklemeyen saf sevginin yaşandığı
yüksekliğe kadar götürür. Kendi içinde yedi yükseliş basamağı içerir. Kalp,
bir kan pompası olmakla beraber niçin aşkın sembolü olmuştur? diye düşünülürse;
insan, sevdiği zaman göğüsünün, gönlünün genişlediğini, ihanete uğradığı veya
sevgiyi bulamadığı zaman ise gönlünün sıkıştığını açıkça hissedebildiğinden ve
gönül denilen kısımda da organ olarak kalp bulunduğundan, sevgiye onu sembol
yapmıştır. Evet; insana sevgiyi, merhameti, şefkati bağışlayıcı hoşgörüyü
yaşatan ve yine insana gerçek mutluluğun alt şakralar gibi, sahip olarak değil,
severek yaşanacağını öğreten, gerçek insanlığa adım attıran şakra kalp
şakrasıdır. Kalp şakrasının yüksek vibrasyonundan çıkan sevgi enerjisi,
karşıdaki insan veya hayvan tarafından yine gönül merkezinden algılanır.
Karşıdakini ısıtır, yumuşatır. Bu vibrasyon olmadan gösterilen sahte sevgi
tezahürleri ise muhatabım hiçbir zaman aldatamaz. Sevgisizlik, derhal
anlaşılan bir vibrasyon eksikliğidir.
Açılan kalp şakrası yeni bir meleke olarak ortaya çıkar.
İnsanda algı merkezi haline gelir ve artık kişi aklıyla değil kalbiyle görmeye
başlar. Halk buna "gönül gözü" adını vermiştir.
Kalp şakrasını en üst seviyede aktive etmiş, saf
karşılıksız sevgiye ulaşmış kişi beğenmeyi düşünmeden sever. Ard düşünce
olmadan hatta aklı araya sokmadan düşüncesiz sever. Kafa malzemesi kullanmaması
yüzünden ileri derecede bu vasıftaki insana "Tanrı abdalı" denir ki,
kafasızlık anlamındaki "aptal" tabiri bu sebeptendir.(Pir Sultan
Abdal)
Bu merkez, çevredeki insanların sevinç ve dertlerini
hissetme ve benliğinde onları yaşamaya yol açar. Kalp şakrası bir geçiş
şakrasıdır. İlk yansı alt şakraların tesirinde ve dünyasaldır, üst yansı ise tamamen
ruhsal olana yöneliş başlangıcıdır. Yeşil ışıklı rengi de, alttaki sıcak
renklerle üstteki soğuk renkleri birleştiren geçiş rengidir zaten.
Sevgi ve aşkın yaşandığı bu realitede gönül şakrasından
gelen enerji hayatın en büyük dinamiğidir, lokomatifidir. Hayatta insana
herşeyi yaptırabilen, hiçbir güçlükten yıldırmayan, uğruna herşeyi feda
ettirecek güçteki enerjidir. Yani bu şakra, alt şakra duygularını (egoyu) feda
eder. Tarihte Mecnun'un, Leyla'nın aşkı uğruna katlandığı tüm fedakarlıklar bu
enerji sayesindedir. Aslında aşk, kim sebep olursa olsun Tanrısal çekiliştir,
Tanrıyı hissediştir de o yüzden bu güce sahiptir.
Dördüncü şakra duyguları insana "işte gerçek
mutluluk" dedirten ilk enerji türüdür. Yaşıyor olma duygusu bu şakrada
hissedilir ve yaşam bir çile olmaktan çıkar, sevinç ve coşkuya dönüşür.
Ayrıca; kalp şakrasıyla uyumlu kişinin yanında bulunan insanlar gerginleşmez,
huzurlu olurlar. Ve kalp şakrası, insanı inceltir, tüm sanatların güzelliğine
duyarlı hale getirir. Doğanın güzelliğini keşfedip onu yaşamayı sağlar ve bu
sayede tüm yaradılışa duyulacak sevgiyi arttırır. Ancak bu şakradaki sevgi ve
aşkın yeterli akışa ulaşamaması veya umutsuzluk hali, şakrada blokaja, yani
tıkanmalara sebep olur. Bu blokaj ve dördüncü enerji bedendeki akış bozukluğu,
şakra bölgesindeki organları zayıf düşürür. Akciğer hastalığı ve verem ümitsiz
aşıkların hastalığıdır. Ayrıca sevgi gereği ve sevgisizlik olayları kalp
hastalığına ve hatta genel yayılma ile kansere bile sebep olur. Olay dördüncü
enerji bedendeki zayıflıklar ve akış bozuklukları sebebiyledir.
Tasavvufta; dördüncü nefs seviyesinin adı, " nefsi
mutmaine" dir. Yani tatmin eden nefs. İnsan gerçek mutluluğa ve tatmine bu
şakrayla adım atar. Tanrı lezzetinin başladığı seviye olarak kabul edilir.
Aklın arayışları olmadan yakın zevkine ermek, yani ulvi olanı fark etmek, onu
yaşamak bu mertebenin vasfıdır.
BEŞİNCİ ŞAKRA
(VISHUDDHA)
Bedenle boyunun birleştiği gırtlak çukuru hizasında olan
ve troid bezi etrafında gümüşi mavi renkte ışıyan bu şakra; mutluluğun, farkındalık
zenginliğinin ve yaşam sevincinin şakrasıdır.
Kalp şakrasının üst basamaklarında şartsız ve karşılıksız
sevgiyi yaşar hale gelerek merhamet ve şefkat duyguları alabildiğine gelişen
varlık, uyanan beşinci şakrasının verdiği enerjiyle artık her varlığı
kucaklamaya hazır hale gelmiştir. Daha doğrusu; tek tek sevgi ve ilgi ile
gelişmiş, tümüne açılmak hepsini sentezleyerek kendinde bütünleştirme olgunluğu
içine girmiştir. Artık alt şakraların yeterli ve düzenli çalışıyor olmalarıyla,
onların baskın tesirlerinden kurtularak; güvenlik arzusundan, duygusal
açlıklardan ve güç arayışlarından özgürleşerek, insanları ve olayları yönetmeye
çalışmadan hayatı teslimiyet içinde ve akarak yaşar.
İnsanlara karşı olan hasımane ve önyargılı bakıştan
kurtuluş, onların toplum şuurunun baskısından özgürleşmiş ve onlara karşı
sevgi, şefkat, merhamet duygularıyla donanmış bir varlık olarak tüm insanları
kucaklayabilecek, onlarla olmayı, onlara hitabı ve onlara yardımı seven sosyal,
hümanist varlıktır artık. Bu varlık için canlı olan herşey mukaddestir,
korunması gerekir ve hepsi bir arada ilahi bir armoni oluşturmaktadır.
Canlının ve çevrenin hassasiyeti içindeki beşinci şakra
insanı, insanlar arasında yaşanan kavga ve vahşet için, sevgisizlik için
üzülür. Yetebildiği, ulaşabildiği, kabiliyeti ve imkanı oranında yardım edebildiği
aktiviteler içersindedir. Hizmet ihtiyacı, sorumluluk duygusu, karşılıksız
yardım cabası içindedir. Güvenilir kişidir, kendine ve herkese karşı dürüsttür
keza insanlar onu ararlar, isterler, severler.
Kısaca, boğaz şakrası; kül bilincine ulaşılan şakra
realitesidir. Herşeyin, kendisin! de içeren "bir şey" olduğunu fark
ediş basamağıdır. Birlik bilinci içerisinde bitkilere, hayvanlara, İnsanlara ve
onlarla ilgili sanat dahil her konuya açılış ve her şeyle ilgileniş halini
yaşar. İlgi dünyası çok zenginleşmiştir.
Dünyanın, varlıkların, doğanın ve sistemin mükemmelliğini,
eşsiz güzelliğin! fark ederek, hissederek yaşar. Sadece yaşıyor olmaktan zevk
alarak, kendini her yerde evinde ve tam güvenlik içinde sarmalanmış
hissederek, sistemi kendinle, kendini sistemle özdeşleştirir.
Hayatta daima korunduğunu, kollandığını, yardım aldığını
fark etmeye başlar. Dış dünyaya karşı algı ve farkındalıkları çok artmıştır. Bu
arada kendi iç dünyasına karşı algıları da çok gelişmiş ve iç görüşü
artmıştır.
Boğaz şakrası realitesindeki insan, kendini çok iyi tahlil
edebilir ve bunu herkese ifade gücü içersinde aktarabilir. Tüm ince, sübtil
duygu ve iç gerçekler, gizemli alanlar, gerçeğin yüksek boyutları onun açık,renkli
ifade becerisinde dile getirilir. Yüksek ifade yeteneği ile yol gösterici, ve
görev insanıdır. Aşırı duyarlılığı ve öfkeyi yenmiş, tesirde kalmayan, yolundan
sapmayan, özgür, azimli prensip insanıdır. Başkalarım dinlemeyi ve hissetmeyi
iyi bilen, insanlarla kolay ve uyumlu ilişkiler kurabilen bu realite yaydığı
mavi ışığın karakteri olan sükunet ve huzuru yaşar, yaşatır.
Tasavvufta; bu mertebedeki nefs'e "Nefsi Razıyye"
denir. Yani Allah'tan gelen her şeye razı olma mertebesidir. Büyük bir teslimiyet
içinde, beşeri sıfatlardan arınmış, her şeyin nefsinde toplandığım fark etmiş
ehadiyyet (birlik) ve tevhid makamıdır. Kemal halinin ise ilk basamağı kabul
edilir.
Belki de insanlığın, en gelişmiş, olgunlaşmış, mükemmel
halini beşinci şakranın ileri boyutlardaki bu insanın vasıflarında fark ederiz.
Çünkü bundan sonraki daha yüksek iki şakranın realiteleri insanlık üstünü
temsil etmektedirler! Ve zaten onları da çok ayrıntılı izah edemiyecek
oluşumuzun sebeplerinden birincisi; hangi hali yaşıyor olduklarının kendileri
tarafından dahi anlatılamaması, söze, izaha gelmez olmasıdır. İkincisi de; hadi
anlattık diyelim!.. bunun, diğer insanların algılayabileceği, "haa!
anladım.." diyebileceği ve onların evvelce yaşamış oldukları, bilip
tanıdıkları, duygu ve hissediş hallerinden hiçbirisine uymaması, anlam
yaratmaması söz konusudur. Bu sebeplerden dolayı iki yüksek şakra, sadece
genel hatlarıyla ele alınacaktır.
ALTINCI ŞAKRA
(AJNA)
Alında, iki kaş arasında, hipofiz bezinin etrafındaki bu
enerji merkezi, lacivert ışıklı ajna şakrasıdır. Bu şakra yüksek şuurluluğun ya
da başka bir deyişle Bilgelik Bilincinin yaşandığı realitedir. Kutsal olanın
yani "gerçeğin" farkındalığının sezgisel olarak hissedilişi, asıl
kendisi olan "Ben" farkındalığının "Ben O'yum" olarak
yaşanışıdır. Duyular üstü algılamaya açılmışlık ve sezgisel kanaldan, söze dile
gelmeyen, aklın anlayamayacağı yüksek gerçekleri direkt yasayarak algılamak
halidir. Atındaki bu şakraya "üçüncü göz" adı verilir. Sebebi,
görünen ve beş duyuyla algılanan dünyanın, içerdiği ancak beş duyuya hitap
etmeyen mistik gerçekleri fark eden bir melekenin bu realitede devreye girmiş
olmasıdır. Ortalama insan beyninin aktif olmayan, yani kapalı olan %85 lik
kısmındaki merkezlerin büyük bölümünün açılmasıyla, üç boyutlu realite
ötesindeki yüksek boyutlu diyebileceğimiz farkındalıklara açılma halidir.
Böylece, akılcı düşüncenin sınırları aşılmış, dünya ve yaşam bambaşka anlam
ve görünüş kazanmıştır. Açık bir kalp şakrası ile beraber çalışan "üçüncü
göz" şakrasının algılayamayacağı şey yok gibidir. Bu insan uzak
mesafelere kadar bu iki merkezden şifa, huzur, moral enerjileri gönderebilir.
Civarına huzur ve sükunet veren enerjiler yayar. Bu şakra insanı, aşağıdaki
tüm şakralardaki insanların neler hissederek yaşadıklarını ve realitelerini çok
iyi değerlendirebilir dolayısıyla ajna şakrasına "şakraların şakrası"
da denir.
Tamamen aktiviteye geçmiş olan altıncı şakranın tüm
olanaklarının neler olduğu, neler yaşattığı, yüksek boyut farkındalıklarının
nasıl algılandığı; yaşayan tarafından bile izah dışıdır. Herşeye rağmen bu
realitedeki insan doğal dünyasal düzeni yaşar ve diğer insanlara kapalı olan
sırlarının içinde sadece olgun kişiliğiyle görülür. Hiçkimse bilgeliğini ve
muhteşem ruhsal yaşantısını fark edemez. Dünyada az sayıda bulunan
"bilgelik bilinci”ndeki bu yüksek insanlık realitesi, yaklaşan yeni
çağdaki dünyanın doğal halkı olacaktır. Ve bu dönemde insanlık; dünya nüfusuna
göre çok az sayıda da olsa, pek çok sayıda insanın bu realiteye doğru yaklaşmakta
olduğu bir dönemi yaşamaktadır.
Tasavvufta "Nefsi Marziyye" yani "Allah'ın
ondan razı olduğu mertebe" olarak anlatılan bu insan; aklın idraktan aciz
olduğu hakikatlere "hakel yakin" açılmış hal ehli kişidir. Halkın
arkasından yürüdüğü, ilahi ilmin taşıyıcısıdır. Sevgi dolu, verici, irşad
edicidir. Halk da, Hak da bu makam sahibinden razıdırlar. O artık halka karşı
Hakkın eli, Hakkın dili olmuştur.
YEDİNCİ (TAÇ)
ŞAKRA (SAHASRARA)
Başın üzerinden maddi ve manevi alemlere ışıyarak ve en
yüksek frekanslı renk olan mor ışıklar saçan taç şakranın açılmasıyla,
aydınlanmaya, evliya makamına ulaşmış bu insan, dünyada bir rahmet olarak
bulunur. "İlahi şuurluluk" makamı da denen bu mertebe, kemale ermeyi
ve dünyadan mezuniyeti ifade eder. Artık dünya okulu bitmiş ve insan, insanüstü
ilahi bir varlık haline gelmiştir. Bir daha ancak vazifeli olarak dünyaya
gelmesi söz konusudur.
Şakra merkezi, başın epifiz bezi bölgesindedir ve tepeye
doğru ışıyarak açılmıştır. Eski dini tablolarda, basının üzerinde ışıklı halka
ile tasvir olunan erenlerin, azizlerin mertebesidir. Allah'tan gelmiş olan
insanın artık tekrar Allah'a dönmüş halidir. Madde, mekan ve zaman kayıtlarını
aşmıştır.
Bedeni ve aklı bu dünyada bulunur fakat asıl farkındalığı
Tanrısal gerçek üzerinde odaklıdır. Yaşayan her şeyle birlik içindedir ve
bedensel imkanlarıyla sınırlı değildir. İsteklerden arınmıştır. Çokluk ve
düalite dünyasında değil, kendi "tek" gerçeğini yaşar haldedir. Her
yaptığında gerçeklik ve doğrular taşır, nefsani işlerden arınmıştır.
Yaptıklarında amaç duygusu taşımaz. O egosuzdur, sözlerin ve düşüncelerin
ötesindedir. Davranışları arzu ve korkuyla etkilenmemiştir. Beklentileri
yoktur. O olmakta olanlarla ahenk içindedir. Hiçbir şeyin olmakta olduğundan
farklı olmasını istemez. Bozulmayan sükun içinde, aşkın (transcendent) mutluluğu,
nedensiz ve katıksız mutluluğu yaşar. Mutluluk onun doğası olduğundan
mutluluğunu korumak için hiçbir şey yapmaya, hiçbir uğraş vermeye ihtiyaç
duymaz. Onun için ölmek söz konusu değildir. Zaten dünya yaşamının ötesine
geçmiştir.
Nesi varsa paylaşır, hiçbir şeyi alıkoymaz, saklamaz. Onun
için önemli bir olay yoktur, sadece birinin aydınlanmaya varması onu
sevindirir. Diğer her şey önemsizdir. O isteksizdir; bir avuç toprak ile bir
avuç altın onun için aynıdır ve her ikisine de istek taşımaz.
Kendisini aydınlanmış kişi ilan etmez, hiçbir şeyden
rahatsız olmaz, hiçbir şeye şaşırmaz. Kişiliği kalmamış sınırsız var oluş,
huzur ve bilinç okyanusuna gömülmüştür.
Tasavvufta; erenlerin makamı olan bu mertebeye "Nefsi
Kamile" denir. Yani kemale ermiş, tekamül etmiş anlamındadır. Dünyasal
manevi olgunluğun son basamağındadır. Hiçbir isteği kalmamıştır. O irşad eder,
ayıpları örter, herkese verir, verir. Bir an bile Cenabı Haktan gafil kalmaz.
Adeta Allah'ın elçisi durumundadır. Söz burada bitiyor!.. ve sayın okurlarımız,
görülüyor ki; tasavvufta da bilinen bu yükseliş evrelerinden geçerek, insanın
yükselmesi için bir ömür yetmeyecektir. Ve hatta insan, belki birçok ömrünü bir
şakranın alt seviyelerinden üst seviyelerine ulaşabilmek için geçirecektir,
insanlar bulundukları tekamül seviyesinin karşılığı olan realiteleriyle nice
defalar gelip giderek ancak yüksek realitelere ulaşacaklar ve üst şakraların
bilge varlıkları olarak bir gün dünyada örnek insan halinde bulunacaklardır
ki, bu gerçek; insanın dünyaya bir kere gelip cenneti veya cehennemi hak
edişi gibi dar bir yoruma sığdırılamayacak boyutlardadır.